Bu yıl öyle yorulmuşum ki, izne ayrılacağım günü iple çektim. Son birkaç hafta tamamen konsantrasyon ve moral bozukluklarıyla geçti. Üç yıldır sürekli Bozcaada'ya gidiyorken bu yıl uzaklara gitmek geldi içimizden... Fethiye'ye gittik. İlk gidişimdi ama hiç dönmek istemedim :( Çok eğlendiğim için mi böyle oldu bilmiyorum. Ben Bozcaada'ya her gidişimde de böyle hissederim. Dönerken bir daha buraları göremezsem korkusuyla ağlamak gelir içimden. Mekanlara bağlanır mı insan? Ya da ben neden heryere bu kadar çabuk alışıyorum? Cevap arıyorum, bulunca yazarım :)
Çocukluğum... Her zaman başucumda durur. Çocukluk günlerimi nedense yakın zamanlardan daha net hatırlarım. Bazen tek başıma kalıp kendimi dinlemeyi bugün ne kadar çok seviyorsam, o zamanlarda da öyleymişim. Ananem hep anlatır, evden kaçıp arka taraftaki su kuyusunun başında tek başıma suya bakarken beni bulduğu günleri... Hatta bi defasında kuyuya düşen kedi yavrusuna yardım etmeye kalkmışım, ananem beni bulduğunda neredeyse ben de düşmek üzereymişim. Kuyuyu bugün hala hatırlıyorum ama kediyi hiç hatırlayamıyorum. Şimdi düşünüyorumda, çocukluğumdan bu yana bende çok az şey değişmiş. Eskiden kimseye birşey soramazdım. Otobüsten inmem gereken durağı şoföre söyleyemediğim için son durağa kadar gittiğim günü bilirim :) Mağazaya girip fiyat sormak yada yolda birine saati sormak hiç yapamadığım şeylerdi. İş hayatına erken girmenin bana en büyük faydası bu çekingenliği atmam konusunda oldu galiba. Şimdi tek kişiye saat sormayı bırakın, kocaman topluluklara konuşuyorum yeri geldiğinde. Zaman çok hızlı ilerliyor. Hayat akıp giderken değişmeden kalabilmek çok zor olsa da, hiçbir zaman büyümeyen, kimse farketmese de hala zaman zaman ortalıktan kaybolup sulara bakarak düşünen bir kız çocuğu var içimde... O anlatır ben dinlerim bazen, bazen de ben anlatırım ona dertlerimi, sevinçlerimi... Bir de, bu şarkıyı söylerim çocukluğumdan beri. Değişen şeylerden biri de sanırım, artık Erol Evgin dinlerken yüzüm kızarmıyor :)