Friday, September 12, 2008

gidebilsem...

Yaş ilerledikçe, özellikle de 20’li yaşların sonlarına yaklaşıp, artık –gençliği demiyorum- çocukluğunuzu geride bırakıp yetişkin gibi davranmaya başladığınızda, o ana kadar yaptıklarınızı ve yapamadıklarınızı düşünürsünüz. Artık sizi biryerlere bağlayan daha fazla şey vardır.

31 yaşındayım… 20 yaşındayken, yapmak isteyipte yapamayacağım hiçbir şey olmadığını düşünürdüm. Yapardım da… Gecenin bir vakti aklımıza esip 02:00 otobüsüyle Bursa’dan İstanbul’a gidip, 06:00’da Beşiktaş’ta yürüdüğümüz, ilk vapurla Kadıköy’e geçip Moda sokaklarında gezdiğimiz ve öğleden sonra cebimizde kalan azıcık parayla Bursa’ya nasıl döneceğimizi hesapladığımız günler ne kadar da geride kalmış. Bugün bunları yapmak bana hala çok yakın gelirken, bir yandan da yapmamın imkansız olduğunu düşünüyorum. Çünkü o yaşlarda sahip olmadığım sorumluluklarım var artık.

Ama yine de, kaç yaşıma gelmiş olursam olayım, içimde kaçıp gitmeye her an hazır o çocuk hep olacak. Başının çaresine bakabilen, hiçbir şeyden korkmayan, başına buyruk…. Bu beni mutlu ediyor.

Yagmurum ol sulansın gözlerim
Her damlada taşsın nehirlerim
Hic gitme hep kal isterim
Okyanus olsun yüregim
(Badem)

Friday, April 25, 2008

Kıymetini Bilemediğimiz Yıllara...

Oldum olası çok sevdim Nisan’ları… Belki doğduğum ay olduğundan, belki de baharı getirdiğinden.. Belki de hatırladığım en güzel günleri Nisan’da yaşadığımdan…

Yaşadığım en güzel günlerden biriydi yılların birinde bir 25 Nisan… Öğrenciydik, dersler çok zor gelirdi. O günlerdeki tek derdimiz buydu sanırım, bir de hiçbişeye yetmeyen harçlıklarımız.. Ama yine de geçirdiğimiz onca güzel anın sebebi zaten paramızın olmamasıydı. Elimizdekiyle mutlu olmayı becerebilmekti bizi mutlu eden. Tek odalı evlerde alabildiğimiz bir paket makarna ve bir şişe kolayla karnımızı doyurabilmekti. Haluk Levent dinlemekti. Geç saatlere kadar sokaklarda yürüyebilmekti. Ders çalışma bahanesiyle bir araya gelip saatlerce konuşmak ve gülmekti.

Bugün düşününce üzerinden yüzyıllar geçmiş gibi hissettiğim o günler, hayatımın en güzel günleriydi. Geçen gün Ulaş’a ve bu sabah Aylin’e söylediğim gibi, her geçen gün bizden bişeyler götürürken, kıymetini bilemediğimiz yılların bıraktığı buruk ve güzel hatıralarla avunuyoruz. Hiçbişey eskisi gibi değil artık…

Haber saldım dört bir yana
Karanfiller susuz kalmış
Muhabbete dost aradım
Bu şehri periler sarmış
Bitip tükenmez sigaram
Ciğerim nefessiz kalmış
Her şey yalan olsa bile
En güzel aşk zor olanmış

Friday, February 8, 2008

Deva....

İlk acımı hatırlıyorum. Çok küçüktüm, yaşadığım şeyin farkında bile değildim. Ne olduğunu yıllar sonra anlayabildim. Ve sonra çabucak hafifledi, ben o acıya çoktan alışmıştım geçen zaman içinde. Her şey güzel giderken üstüne başka bir acı geldi. Her şey o anda bitti, hayat durdu zannettim. Gelecek diye birşey yoktu sanki artık. Tüm hayatımın kaybettiklerim üzerine kurulu olduğunu sanıyordum. Ama üzerinden çok geçmedi, kapanan bir kapının yerine çok daha fazlasının açılabildiğini gördüm. Yürek denen mucizenin nelere dayanabildiğini, beynin neleri unutabildiğini… Sonra bi acı daha, sonra başka bi tane… Aslında her acıdan yeniden doğmayı başarabilmekti hayatın kendisi. Kimsenin hayatı kolay değildi. Aslında yalnızlıktan yakınırken hiç de yalnız olmadığımı fark ettim. Kimse göründüğü gibi değildi. Çok garip zamanlarda yeni insanlar tanıdım, içi dışından farklı olan. Ben de birçokları gibi önyargılıydım. Zamanla kaldırdım önyargılarımı, yerine hislerimi koydum. İnsanların dışını bırakıp içini görmeyi denedim. Öyleleri çıktı ki karşıma, kendi dertlerimi unuttum. Öyle acılar vardı ki, zamanında bana hayatın sonu dedirten acılardan utandım…….

Saturday, November 24, 2007

Yanlış mıyım?

İlk yanlışımı çocukken yaptım. Hep gülümsemeye ve olumlu bir çocuk olmaya çalıştım. Aslında bunu farkında olmadan yaptım. Tüm zorluklara rağmen olumsuz düşünemedim. Hayatta olumsuz şeyler de olabileceğini anladım.

İkinci yanlışımı ergenlik çağımda yaptım. Her şeye olumlu bakmaya çalışırken riskleri unuttum. Herkese güvenmemem gerektiğini anladım.

Üçüncü yanlışımı da herzaman birilerine kendimden çok değer vererek yaptım. Aynı değeri karşımdakinden görmesem de umursamadım. Sevdiklerime benim de beklentilerim olduğunu hissettirmem gerektiğini anladım.

Bir tane doğrum vardı, o doğruyu benden hiçbir yanlış alamadı…

Wednesday, November 21, 2007

Hiç beklemediğinden gelince ihanet...


Hiç beklemediğinden gelince ihanet, işte o zaman yıkılırsın. Yıkılmam deme, inanmam. “Ben güçlüyüm, hayatta her şeye karşı direnebilirim. Tüm zorluklara…” Ama daha 20 yaşındaysan ve henüz ihaneti tatmamışsan bunu söyleme. Bir kere yaşadın mı o acıyı, hiç beklemediğin anda, aldatılan sadece sen değilsindir. Yaşadıklarınızadır o ihanet. Birlikte dinlediğiniz şarkılara, hayatla ilgili konuştuklarınıza, geleceğe dair hayallerinize…

“O” yarattığın bir kahramandır içinde. Her şeyin “O”dur ve bunu biliyordur. Her şeyi “O”nun için yaparsın, gözün kimseyi görmez. Ama bir gün bir terslik olduğunu anlarsın. Her şeyim dediğinin bir derdi vardır. Çözmeye uğraşırsın, ona yardım etmek için kendini paralarsın. Her sorun ikinizindir çünkü. “sen-o” yoktur “siz” vardır ve ortada bir sorun varsa “sizin”dir.
Sonra….. anlarsın ki hepsi yalanmış, “siz”in sandığın sorun aslında “onlar”ın sorunuymuş. “Sen” kendini kandırmışsın bunca zaman çünkü uğruna canını vereceğin “O” tam yüreğine saplamış bıçağı. Daha da kötüsü kendi hatasını kapatabilmek için seni yerden yere vurmuş.
Aslında sana değil, size ihanet etmiş bilmeden.

Aradan yıllar geçmiş, yaşlanmışsın… Başkaları gelmiş geçmiş hayatından. Yaralar kabuklarını çoktan dökmüş. Acısını hissetmez olmuşsun artık. İzler de silikleşmiş ama birlikte dinlediğiniz şarkılar söylenmeye devam etmiş. Ve bir şarkı sadece bir kişi için söylenmiş…

Ne kadar hatırlamaktan korksanda şarkılar hatırlatır, arkadaşların hatırlatır, sokaklar caddeler hatırlatır… Unutamazsın.

“Söyleyecek çok sözüm vardı
Hepsi yarım kaldı
Neler ummuştum hayattan
Elimde ne kaldı
Kırılan kalbim miydi yoksa
Karnımdaki bu sancıyla
Küflenmiş ruhum unutmadı
Unutmadım seni hala......”

Wednesday, October 31, 2007

... bu sonbahar

yazamıyorum uzun zamandır...
kelimeler kafamın içinde cümleye dönüşemeden bir o yana bir bu yana savruluyor.
galiba onlar da ağaçlardan düşen kuru yapraklara özeniyor.ama eninde sonunda yeniden bahar gelecek... güneş yeniden eskisi gibi parlayacak, herşey yeniden aydınlanacak... dökülen yaprakların yerine yenileri gelecek...
ve hepimiz yeniden toparlanacağız...

Wednesday, September 26, 2007

Agresifiiim, Sinirliyiiim, çünkü uykum var :S

Farkettim de hep hüzünlü zamanlarımda yazı yazıyorum. Çünkü yazınca rahatlıyorum. Bu gece bi değişiklik olsun istedim :) Aslında bir deneme yapıyorum bu halimde de bir düzelme olur mu diye...
Gülümsüyorum ama sakın aldanmayın yüzümdeki ifadeye çünkü uykum var. Ve ben uykuluyken nedense çok agresifim, suratsızım, kaşlarım çatık ve sorulan herşeye cevap verirken çıkardığım sesler yavru(!) bir kutup ayısınınkine benziyor.

Gece geç saatlerde dışardaysak ve benim uykum gelmişse, yanımdakilere uyanıkken kabus gördürüyorum. Bulunduğumuz yerin de bi önemi yok, kafamı koyduğum her yerde uyuyabiliyorum ama tabi o yeri bulabilirsem.
Evdeyken zaten sorun yok, çünkü uykum gelince uyurum kimse de tutamaz.

Hemen gidip yatmazsam bu yazının sonu hepimizin için kötü olacak.
İyi geceler, tatlı rüyalar...